Sosyal medya savaşların finanse edilme, sunulma ve tüketilme şeklini dönüştürdü.
Londralı yazar ve gazeteci David Patrikarakos, War in 140 Characters (140 Karakterde Savaş) kitabını bu iddia ile açıyor. Savaşların halen savaş meydanlarında yaşanmasına karşın, sosyal medyada birbiriyle yarış(tırıl)an söylemler tarafından gün geçtikçe daha fazla şekillendirildiğini ifade ediyor.
Bu görüşmede, günümüz savaşlarında online propagandanın rolünü; sosyal medyanın yurttaşı nasıl güçlendirdiğini ve internetin bizi özgür kılmada neden çuvalladığını konuşacağız.
Sean Illing: Kitabının temel argümanını kısaca özetleyebilir misin?
David Patrikarakos: Temel argüman aslında, gücün hükümetler ya da medya şirketleri gibi majör yapılanmalardan, bireylere ya da birey ağlarına aktarıldığı. Devletler ve büyük kurumlar halen bariz şekilde muazzam bir güce sahip ancak dengeler değişiyor.
Bilgi devrimi, ‘sıradan’ insanlara koşullarında değişim yaratmalarına imkan verecek güçler tanıdı – özellikle de çatışma konusunda. Dünya her geçen gün bilgi ile daha çok şekilleniyor ve bilgiyi üretme ve yayma biçimleri her zamankinden daha dağınık bir halde. Bu durum savaş üzerinde büyük bir etkiye sahip.
SI: Bana olayların gidişatını – bundan 20-30 yıl önce asla mümkün olmayacak bir biçimde- etkileyen bir ‘güçlü birey’ örneği verebilir misin?
DP: (İngiliz yurttaş gazetecisi ve blog yazarı) Eliot Higgins davasını ele alalım. İşi gücü online ‘nerd’lük olan, oldukça takıntılı bir World of Warcraft oyuncusu. Her gün dünyanın dört bir yanından insanlarla online rol yapma oyunları oynamaya saatlerini harcıyor.
Takıntılı yapı, online ortamda farklı insanları yönetme becerisi gibi yeteneklerini, sosyal medyada Malezya Havayolları’nın MH17 sefer sayılı uçağının akıbetini araştırmak için kullanmaya başladı. Sonunda uçağı vurarak düşüşüne sebep olan güdümlü füzenin arkasında Rusya’nın olduğunu kanıtladı.
Bunun üzerine, dünyanın en büyük ülkelerinden birinin hükumeti olan Rus hükumeti, bilgisayarının başında oturan bir adamın bulgularını çürütecek bir dizi basın konferansı düzenlemek için adım atmak durumunda kaldı. Yirmi yıl öncesinde böyle bir şey gülünç karşılanırdı ya da kimsenin umrunda bile olmazdı. İşte bu büyük bir değişim.
SI: Peki, bu durum savaşın doğasını ne yönde değiştiriyor?
DP: Propaganda, savaşlar kadar eskidir ama genellikle propaganda operasyonları, askeri operasyonları sahada destekler. Ancak günümüzde, sahadaki askeri operasyonlar, dijital dünyadaki propaganda faaliyetlerini destekliyor. İnternetin ve bilginin, nasıl ve ne için savaştığımızı değiştirdiğini söylerken aslında tam olarak bunu kastediyorum.
IŞİD bu konuda oldukça klasik bir örnek. Halifelik iddiası fiziksel anlamda zayıflamaya başladığında, bir tür sanal halifelik iddiası güçlenmeye başladı. Alanda bir ordu olmak mümkün olmayınca, ‘franchise’ bir marka gibi hareket etmeye ve kendi adına saldırılar düzenleterek ismi global ölçekte canlı tutmaya daha fazla önem verilmeye başlandı.
Siz onları savaş alanında ezdikçe, onlar siber alanda daha da güçlü bir hale geliyorsa, IŞİD’i yenmeniz nasıl mümkün olur? Tek amacı tüm dünyayı hakimiyeti altına almak olan bir şeyle nasıl uzlaşabilirsiniz? Bu noktada anlaşmaya varamayacağınız gün gibi ortada. Böyle bir oluşumu nasıl yenebilirsiniz ki -yenemezsiniz.
SI: Gerçekliğe yönelik algılarımız her zaman anlatılar tarafından şekillenirdi ancak sosyal medya birbirleriyle yarışan hikayelerle dolu yepyeni bir savaş alanı açarak bizi garip ve oldukça istikrarsız bir noktada bıraktı.
DP: Bundan şüphemiz yok. Sosyal medya bizlere, tüm insanları bir araya getirecek olan, bir uluslar-üstü bilgi ağı ütopyası olarak pazarlandı. Bu aslında birçok bakımdan doğru – eğer sen ve ben Facebook’ta arkadaşsak, ben Londra’da sen ise New York’ta yaşıyorsan, hemen Messenger uygulamasına geçip anlık olarak birbirimizle sohbet edebiliriz. Bu insanları bir araya getirir.
Fakat sosyal medya aynı zamanda bizim için bir tür koza fonksiyonu görüyor. Benzer görüş, inanç ya da ön yargıları paylaşan, aynı şeyleri düşünen kişilerin bir araya geldiği, aynı makalelerin dolaştığı kapalı grup ya da topluluklar oluşturuyoruz. Günümüzde birçok insan, özellikle de gençler, haberleri sosyal medyadan takip ediyor. Bu da onların doğrudan haber kaynaklarına gitmek yerine ‘ayıklanmış’ haberlere ulaşmaları anlamına geliyor.
Bu durum sosyal medyayı, oldukça güçlü bir propaganda ve sömürü aracına dönüştürüyor. Savaş günlerinde sürekli olarak dünyaya bakış açınızı doğruluyor ve kuvvetlendiriyor. Sosyal medya platformlarında yalnızca sizinkine benzer görüşler paylaşan insanlarla iletişime geçtiğinizde, karşıt görüşe sahip kişilerle uzlaşmanız daha da zor hale geliyor. Öyle ki, karşıt görüşü anlamanız dahi zorlaşıyor. Bu nedenle okuduğunuz her şeyle ilgili şunu hissetmeye başlıyorsunuz: Karşıt görüşler sadece yanlış değil, onlar büyük, tehlikeli, şeytani birer yalan.
SI: Yani günümüzde taraflar için en önemli şey, ‘kendi gerçekliklerini’ haklı çıkaracak anlatıları ne kadar başarılı bir şekilde geliştirdikleri diyebilir miyiz?
DP: Bundan 20 yıl önce herkes CNN, BBC ya da her neyse, orada izlediklerine inanıyordu ve bunlardan bir çıkarım yapıyordu. Kendileri bizzat olayların içerisinde olmadıkları sürece -onlar için bu işi üstlenen profesyonel gazetecilere sahip medya şirketlerinin ürettiği tek tip çekimi, gerçeği izliyor ve dinliyorlardı.
Ancak yaşadığımız dünya artık bu değil. Şimdi insanlar kendi gerçekliklerini inşa ediyor ve kendi ön yargılarını besleyen yankı odalarında yaşıyor. Bunu mümkün hale getiren şey sosyal medya oldu ve bu yeni olduğu kadar tehlikeli de bir durum.
SI: Ancak devlet aktörleri de bu platformları kötüye kullanıyor. Üstelik onların bu platformları suistimal etmek için yurttaşlardan ve sivil ağlardan daha fazla güçleri ve kaynakları var.
DP: Kesinlikle. Bu konuda zeki davranabilenler, bu araçlardan tam anlamıyla yararlanıyor. Bildiğiniz üzere, Rusya bu konuda hemen herkesin önünde. Bir zamanlar internetin bizi özgürleştireceğine yönelik ütopik bir beklenti vardı ve bir dereceye kadar özgürleştirdi de. Fakat en nihayetinde hükümetler her zaman bir karşı hamlede bulundu.
SI: Her iki tarafın da kendi gerçekliğini başarıyla kurgulayabildiği ve insanları ikna edebildiği savaşlarda, savaşın nasıl sonuçlanacağını kestirmek de oldukça güç oluyor.
DP: Evet, oldukça zor. Savaş politikanın ta kendisi haline geldiğinde, nasıl sona erebilir? Politika asla sona ermez. Belli ki gerçeklerin tanınması gereken bir nokta var ama bu nokta nerede? Bilemiyorum. İnsanlar paralel evrenlerde yaşamak konusunda oldukça ustalar ve bu durumdan son derece memnun görünüyorlar. Eğer bu gidişat biraz olsun düzelmezse – tabii biraz da olsa düzelme ihtimali varsa ve düzelmezse – zamanla çok daha kötü bir hale gelebileceğini samimiyetle söyleyebilirim.
Görseller: Aaron Wood
Kaynak: VOX