(Bu yazı Prof. David Lyon’ın The Conversation’da yayınlanan yazısının çevirisidir. Ana illüstrasyon: Matt Kenyon)
Koronavirüs salgını ile beraber, dijital dünyada bir “gözetleme” dalgası başladı. Araştırmacılar, kamu sağlığını gözlemleyebilmek ve kontrol edebilmek adına yeni yollar geliştirirken aceleci davransa da, kişisel verilerin özel şirketlere ve devlete ifşa edilmesi, bireysel ve kolektif haklarımız için risk teşkil ediyor. Koronavirüs, bu konuyu irdelemeye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu gözler önüne serdi.
Örneğin Google ve Apple, kullanıcıların gizliliğini güvence altına alan bir temas izleme teknolojisi için iş birliği yaptığını duyurdu. Veri alanında çözümler sunabilmek için verdikleri uğraş iyi niyetli olabilir; ancak bu çözümler, gerçekten işe yarasa bile, sınırları pek de iyi çizilememiş bir kavram olan “mahremiyet” ile ilişkili meselelerin ötesinde riskler doğuruyor.
Tıbbi kayıtlarımız, okulda tutulan kayıtlarımız, adli sicilimiz, bir şirkette işe başladığımızda tutulan kayıtlarımız, işletmelerin daha fazla müşteriye ulaşabilmek için tuttuğu tüketici davranışı kayıtları… Hepimizin her alanda kapsamlı dijital kayıtları tutuluyor. Mahremiyet, yalnızca başkalarıyla paylaşmayı tercih etmeyeceğimiz şeylerin korunmasından ibaret değil. Gözetleniyor olmamız, hayatımızın gidişatını ve seçimlerimizi, pek çok açıdan ciddi şekilde etkiliyor.
Dijitalleşmenin ilk günlerinde, kişisel verilerin gittikçe daha fazla amaç için toplanmaya başladığını gören devletler, bu alanda bazı düzenlemelere gitmek zorunda kaldı. Kişisel veriler, başlarda kredi kartlarımızdan, ehliyetlerimizden veya Sosyal Güvenlik Kurumu’ndaki bilgilerimizden toplanıyordu. Ancak günümüzde veri kaynağını oluşturan asıl şey, ellerimizden düşürmediğimiz cihazlarımız. Ne var ki getirilen düzenlemeler; verileri toplamak, analiz etmek ve kullanmak için geliştirilmiş süper sistemlere ayak uyduramıyor – ki bu süper sistemler, artık veri alanında da adaletin sağlanmasını gerekli kılan, uğradığımız sosyal ayrımcılığın sebeplerinden biri.
Gözetlemek ve Kâr Etmek
Shoshana Zuboff’un The Age of Surveillance Capitalism isimli kitabı, Google’ın kullanıcıları gözetlerken kullandığı yöntemler, gözetleme amaçları ve bu eylemin doğurduğu sonuçlar hakkında yaptığı kapsamlı incelemelerle gündeme geldi. Zuboff’a göre, başta Google olmak üzere birçok internet tabanlı platformun; yaptığımız aramalar, paylaştığımız gönderiler, attığımız tweet’ler ve mesajlar gibi online hareketlerimizin ürettiği “veri artıkları” üzerinden para kazanmanın yollarını keşfetmesiyle, sermaye döngüsünü sağlamak için yeni bir yöntem ortaya çıktı. Yazara göre bunun doğurduğu tek sonuç yaşanan gizlilik ihlalleri değil. Zuboff, eskiden Facebook’ta ürün sorumlusu olarak çalışan bir kişinin “veri çalışanlarının ‘nihai amacı’ insanların ruh halini ve davranışlarını tesir altında tutabilmektir” sözlerini alıntılayarak kullanıcıları gözetlemenin demokrasiye zarar verdiğini ve insanların davranışlarını değiştirdiğini belirtiyor.
Data exhaust: Dijital bir ortamda gerçekleştirdiğimiz hareketlerin geride bıraktığı (artık) veriler.
Zuboff’un isyanını ve bu platformların “müthiş umursamazlığı” hakkındaki iğneleyici sözlerini göz ardı etmek güç. Ancak, günümüzdeki gözetleme pratiklerinin, kişisel hayatın gizliliğinden fazlasını tehdit ettiğine ve ne yazık ki toplumu inşa eden herhangi bir unsur haline geldiğine ikna olmamız için tam olarak ne gerekiyor? Gözetleme pratikleri, karmaşık ve anlaşılmaz olduğu gibi, görünen o ki kontrolden de çıkmış vaziyette; ancak tüm bunlar kayıtsızlığımızı haklı çıkarmıyor. Bilakis, gözetimin belli başlı boyutlarını sorgulamamız, işleyişini tartışmamız ve insan unsurunu tekrar tesis etmemiz gerekiyor.
Haydi gözetimin, kameralardan, istihbarat ve polis faaliyetleri ile ilişkili olarak devlet nezdinde yeni şüpheliler doğurmaktan ibaret olduğunu öne süren, sık sık duyduğumuz bazı varsayımlar üzerine konuşalım. Google’ın kullanıcılarını gözetliyor oluşu su götürmez bir gerçek, ki buradaki “gözetim”, “insanları kontrol etmek, etkilemek veya yönetmek amaçlarıyla verileri sistematik ve rutin bir şekilde incelemek” olarak tanımlanıyor.
Kapalı devre kamera sistemlerinden çok daha fazlası: Akıllı aygıtlar
Evet; bilgisayarlarımız, telefonlarımız ve tabletlerimiz de buna dahil. Gözetim artık veri odaklı ve dijital olarak gerçekleştiriliyor.
Uzun bir süre boyunca, “gözetim” dendiğinde akla video kameralar geliyordu. İngilizcesi surveillance olan Fransızca kökenli bu kelime esasen “izlemek” anlamına geliyor – tıpkı kameraların yaptığı gibi. Üstelik yüz tanıma teknolojileriyle birleştiği zaman bu kameralar gittikçe daha akıllı hale geliyor.
Örneğin Clearview AI, Facebook ve Google gibi platformlarda milyarlarca görsel tarayarak bunları Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ve yakın bir tarihe kadar Kanada’daki polis merkezlerine satıyordu.
Ancak günümüzde, gözetlemenin en klişe simgesi akıllı telefonlar haline geldi. Bu durum her şeyden önce bireyleri; verilerimizi sadece toplayan değil aynı zamanda analiz eden, diğer verilerden ayıran, sınıflandıran, satan ve kullanan şirketlerle bir araya getiriyor. Verilerimiz, iznimiz olmadan bizi etkilemek ve yönetmek için başka insanlar tarafından inceleniyor ve kullanılıyor.
Veri analizi; satın alınan şeyleri, sergilenen davranışları veya verilen oyları istenilen doğrultuda düzenleyebilmek için, belli bir ırka mensup olanlar gibi spesifik topluluklar hakkında çıkarımlarda bulunmayı ve sonra da bu toplulukları istenilen doğrultuda harekete geçirmeyi mümkün kılıyor.
Hem devlet hem de piyasalar gözetliyor
Devlet ve devlet kurumları genellikle istihbarat ve polis faaliyetleri ile insanları gözetlese de, kartları elinde bulunduran asıl taraf devlet değil piyasalar.
20. yüzyılın başlarında çok az kişi süpermarketlerin detaylı müşteri kayıtları tuttuğunu ve müşterilerin statüleri doğrultusunda kredi verdiğini veya vermediğini fark etmişti.
Bu durumun en iyi örneklerinden biri de, “Dot-com Balonu” esnasında müşteri bulmakta güçlük çeken teknoloji şirketlerinin, devlete hizmet teklifinde bulunmasıydı.
Günümüzde, gittikçe artan veri profillerimiz, işletmeler için değer teşkil ediyor. Bu veriler, seçim danışmanları için de büyük öneme sahip.
Sınıflandırmak için gözetlemek
Bir zamanlar “gözetim” deyince akla gelen ilk şey “şüpheliler” idi ve suçlu olduğu düşünülen kimseler izleniyordu. Ancak içinde yaşadığımız veri çağında tüm kişisel bilgiler gözetleyenlerin elinin altında.
Fransız sosyolog Jacques Ellul’nun 1954 yılında dile getirdiği endişeler gerçekleşti: Polisin bilgiye sınırsız erişim isteği yüzünden herkes artık birer şüpheli. Ancak Ellul, bunun polis faaliyetlerinin ötesinde, herkesin hedef tahtasına yerleştirildiği global bir sistemler ağına dönüşeceğini öngörememişti.
Ne var ki herkes aynı şekilde hedef gösterilmiyor. İster refahı sağlamak, ister ticari amaçlar, ister polis faaliyetleri için olsun, gözetim, insanları farklı muameleler görecekleri sınıflara ayırıyor. Bu sosyal sınıflandırma, pazarlama alanında tüketicileri organize etmek için kullanılıyor. Günümüzde Çin hükümeti ve ülkedeki ticari kuruluşlar, vatandaşların davranışlarını ve sosyal sermayesini izlemek ve sınıflandırmak için sosyal kredi sistemleri kullanıyor.
Bu, sadece gizlilikle değil, aynı zamanda veri adaleti ile de ilgili bir durum.
Data justice (veri adaleti): Sosyal hayatta gittikçe artan veri toplama pratiğinin ayrımcılık gibi toplumsal sonuçları üzerine odaklanmış, bu alanda adaletin sağlanması gerektiğini savunan bir kavram. Dijitalleşme ve veri toplamanın insanlarda yarattığı ilk endişe “gözetlenme” ve “gizlilik ihlali” gibi konulardı. Ancak son zamanlarda, veri toplamanın sosyal boyutları olduğu ve herkes için eşit sonuçlar doğurmadığı anlaşıldı.
Gözetim, sahip olduğumuz dijital hakları hiçe sayıyor; çünkü temel eşitsizliklere ve adaletsiz uygulamalara dayandırılmış bir pratik. Savunmasız gruplar, dezavantajlarının gün be gün arttığını fark ediyor.
Mahremiyete ilişkin kanunlar, bireylerin hareket, ev içi ve iletişim gizliliklerini -haklı olarak- korumak için oluşturuldu. Ancak bizlerin; veri analizlerinin, algoritmaların, yapay zekanın ve bilgisayarların sosyal çevremizi nasıl değiştirdiğine ilişkin bilgimiz doğrultusunda harekete geçip artık daha radikal ve yeni bir yönde ilerlemeye başlamamız gerekiyor. Veri analizi ve kullanımı üzerine konuşmalı, dijital haklar ve veri adaleti gibi konularda taleplerde bulunmalıyız.
Gözetleme tartışmaları
21. yüzyılda yapılan gözetlemeleri birazcık irdeleyince bile, her şeyin ne kadar değiştiğini görebiliriz. Artık gözetimin doğası değişti, çünkü sadece şüphelileri takip etmek, çalışanları izlemek ve tüketicileri sınıflandırmak için yapılmıyor. Herkes daha önce görülmemiş boyutta gözetleniyor ve izleniyor – ve şimdi de bunu kamu sağlığı için yapıyorlar.
Hiç şüphesiz ki artık gizlilik diye bir şey kalmadı – keza demokrasinin sunduğu temel özgürlükler, adalet beklentisi, sosyal dayanışma umutları ve kamu güveni de öyle… Tüm bunlar, sadece karar mercileri ve siyasetçilerin değil, bilgisayar uzmanlarının, yazılım mühendislerinin ve elektronik cihaz kullanan herkesin dilinde olmalı.
Risk gün be gün artıyor; fakat geleceğimiz henüz ipotekli değil.
Kaynak: The Conversation