Zorlu konuşmalar uzmanı Celeste Headlee‘den teselli adına söylenmemesi gerekenler üzerine…
Yakın bir arkadaşım geçtiğimiz yıllarda babasını kaybetti. Onu ofisin dışında bir bankta tek başına oturup kıpırdamadan gökyüzüne bakarken buldum. Perişan görünüyordu ve ona ne diyeceğimi tam olarak kestiremiyordum. Yas tutan, hassas birine yanlış bir şey söylemek çok kolay olabiliyor. Bu yüzden nasıl babasız büyüdüğümü anlatmaya başladım. Babam ben yalnızca 9 aylıkken, denizaltında boğularak hayatını kaybetmişti ve onu hiç tanımadığım halde yasını tutmaya devam etmiştim. Bunları anlatarak arkadaşıma yalnız olmadığını, yaşadıklarımızın oldukça benzer olduğunu ve en önemlisi nasıl hissettiğini anladığımı biraz olsun göstermek istemiştim.
Ancak arkadaşım yüzüme baktı ve bana çıkıştı: ‘’Tamam Celeste, sen kazandın! Senin asla bir baban olmadı ve ben en azından kendi babamla 30 yıl geçirebildim. Senin durumun çok daha vahim. Sanırım babam öldüğü için pek de üzülmemem gerekir.’’
Tam anlamıyla yerin dibine girmiş ve kaskatı kesilmiştim. İlk tepkim hemen söylediklerimi savunmak oldu: ‘’Hayır, hayır; öyle demek istemedim. Yalnızca yaşadıklarının nasıl hissettirdiğini biliyorum ve bunu söylemek istemiştim.’’ Aldığım cevap ise ‘’Hayır Celeste, bilmiyorsun. Nasıl hissettiğimle ilgili en ufak bir fikrin yok’’ oldu.
Arkadaşımın yanımdan uzaklaşmasını izleyip ahmak gibi hissederek orada çaresizce oturuyordum. Onu hayal kırıklığına uğratmıştım. Teselli etmeye çalışırken daha kötü hissetmesine sebep olmuştum. O esnada hala beni yanlış anladığını düşünüyordum. Kırılgan bir ruh halindeydi ve ona yardım eli uzattığımda hiç de adil olmayan bir şekilde beni azarlamıştı.
Aslına bakarsanız, arkadaşımın beni yanlış anladığı falan yoktu. Hatta neler olup bittiğini benden çok daha iyi anlamıştı. En saf duygularını paylaştığında rahatsız hisseden taraf ben olmuş ve ne diyeceğimi bilememiştim. Bu yüzden rahat hissettiğim konuya yönelmiştim: Kendime.
Kendimce empati kurmaya çalıştığımı düşünsem de, tek yaptığım kederini hiçe sayarak odağı bizzat kendime çevirmekti. Benimle babası hakkında konuşmak, onun nasıl bir adam olduğunu anlatmak istiyordu; babasıyla geçirdiği tüm değerli anları benimle paylaşacaktı, böylece ben de bu kaybın onun için ağırlığını kavrayabilecektim. Bunun yerine ondan durmasını ve benim babamın trajik ölüm hikayesini dinlemesini istedim.
O günden sonra, herhangi bir kayıp yaşamış ya da bir takım zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmış kişilerin hikayelerine karşı tutumumun aynı olduğu fark ettim – her defasında kendi deneyimlerime odaklanıyordum. Oğlum bana biriyle kavga ettiğini söylediğinde, ben de sözü hemen üniversitede bir kızla nasıl kavga ettiğime getiriyordum. İş arkadaşlarımdan biri kovulduğunda, onu ‘teselli etmek için’ birkaç yıl önce işten atıldığımı ve yeni bir iş bulmak için ne denli uğraştığımı anlatıyordum. İnsanların, benim empati çabalarıma ne yönde tepki verdiklerine biraz daha dikkat etmeye başladığımda, deneyimlerimi paylaşmamın asla niyetlendiğim şekilde sonuçlanmadığını fark ettim. Onların benden tek beklentisi, ne yaşadıklarını dinlemem ve kavrayabilmemdi. Bense, yalnızca beni dinlemelerini ve anlamalarını beklemeye devam ediyordum.
Etkileşimli Narsizm
Sosyolog Charles Derber, kişinin kendini diyaloğun merkezine alma eğilimine ‘Etkileşimli Narsizm’ (Conversational Narcissim) adını veriyor. Bu eğilim, kişinin diyaloğu her anlamda ele geçirmesine, konuşma eyleminin büyük bir kısmını gerçekleştirmesine ve etkileşimin odağını kendine çevirmesine dayanıyor. Genellikle farkına varılmaksızın ve örtük şekilde gerçekleştirilen bu eylemi Derber şöyle açıklıyor: ‘Bu eğilim, aslında sıklıkla karşımıza çıkan; arkadaşlarla, aile ile ya da iş yerindeki çalışanlarla yaşadığınız diyaloglarda göze çarpan baskın dikkat çekme psikolojisinin temel bir tezahürüdür. Dinlemenin önemini ve sürekli kendinden bahsedenlerle başa çıkmanın yollarını vurgulayan popüler edebiyatın yükselişi de, bu sorunun gündelik hayatta ne denli hissedilir olduğunun bir göstergesi sayılabilir. ‘’
Derber, bu eğilimden yola çıkarak tarafların, diyalog halinde sergilediği iki farklı tepkiyi şöyle tanımlıyor: Odağı konunun öznesinden alıp diğer kişiye çeviren ‘Yönlendirici Tepki’ (Shift Response) ve karşı tarafın etkisi ile şekillenen Destekleyici Tepki (Supportive Response). Basit bir örnekle açıklayacak olursak;
Yönlendirici Tepki
Mary: Şu anda çok yoğunum.
Tim: Ben de öyle, yorgunluktan ölüyorum.
Destekleyici Tepki
Mary: Şu anda inanılmaz yoğunum.
Tim: Neden? Seni bu kadar yoran şey ne?
Yönlendirici Tepki
Karen: Yeni bir ayakkabıya ihtiyacım var.
Mark: Aynen, benimkiler de paramparça oldu.
Destekleyici Tepki
Karen: Yeni bir çift ayakkabıya ihtiyacım var.
Mark: Öyle mi? Ne tarz bir şey almayı düşünüyorsun?
Yukarıda da örneklendirdiğimiz, diyaloglarda karşı tarafı kendi deneyimlerine yönlendiren bu tepkiler, etkileşimli narsizmin varlığına yönelik en belirgin özelliklerinden biridir. Genellikle kişinin konuyu kendi eksenine çekmesiyle sonuçlanır. Ancak destekleyici tepkiler, diyalog kurduğunuz kişiyi hikayesini anlatmaya teşvik eder. Onları dinlediğinizi ve anlatılanlarla ilgilendiğinizi görmelerini sağlar.
Kaynak: ThriveGlobal