Z jenerasyonunun, yani 1996’dan sonra doğan kuşağın çevreyi kurtarmak için çaba gösteren diğer insanlara kıyasla kaybedecek çok şeyi var. Z kuşağı genellikle Dünya’nın en büyük umudu olarak görülüyor, iyimserlikleri ve eylemleri ile gezegeni iklim değişimi felaketinden kurtarabilecek genç insanlar olarak yüceltiliyor. Gezegenin gidişatını protesto eden çok sayıda genç olsa da, bazı yaşıtları kartların çoktan aleyhlerine karıldığını düşünüyor.
Bazen “doomer” da denilen bu kederli gençler genellikle kurtuluşa giden tek yolun radikal ve sistematik değişikliklerden geçtiğini düşünüyor, ancak dünyanın gerçekten değişebileceğine inanmakta zorlanıyor.
*Doomers: Felaket, kıyamet anlamına gelen İngilizce ‘doom’ kelimesinden türetilmiş, toplumsal yıkımın kaçınılmaz olduğunu düşünen genç insan topluluğu.
Yakın zamanda aynı anda 25 büyük orman yangınının yaşandığı California’da eğitim gören 19 yaşındaki Max Bouratoglou, “Bu insanlar geleceği planlamıyor; çünkü geleceğin tutarsız ve öngörülemez olduğunu hissediyorlar” diyor.
Bouratoglou, müthiş bir yıkımın yolda olduğuna ve ”mevsim normalleri”nin silindiği bir düzene doğru hızla ilerlediğimize inanıyor.
Bouratoglou, iklim krizi hakkındaki düşünceleri nedeniyle evlenmeye veya çocuk sahibi olmaya kuşkuyla yaklaşıyor. “Geleceğe oldukça nihilist bakıyorum. Çok geçmeden iklim krizi beni de etkileyecek; peki ben bu yükü gerçekten bir başkasına yıkmak istiyor muyum?”
Kıyamet Tasvirlerinin Çekiciliği
Son zamanlarda yaşananlar ise her şeyin üzerine tuz biber oldu: ABD Doğal Kaynakların Korunması Konseyi Fonu baş danışmanı Juanita Constible, Amerikalı Z kuşağının daha şimdiden koronavirüs salgını, çevreyi kirleten şirketlerin çıkarlarına çalışmış bir hükümet, gittikçe azalan iş olanakları, istikrarsız esnek ekonomi, sistematik ırkçılığa karşı zor bela verilen bir savaş gördüğünü ve toplumsal güvenliğin çöktüğü zamanlarda yaşadığını söylüyor.
Namachivayam ve Bouratoglou gibi birçok kaderci genç, çevreye verdikleri kişisel hasarı en aza indirmeye çalışıyor; ancak lafını sakınmayan birçok akademisyen tarafından yaygınlaştırılan kıyamet tasvirlerine gittikçe daha sıcak bakıyorlar.
Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nde başarılı bir atmosfer bilimleri profesörü olan Michael E Mann, dünyayı korkunç bir sonun beklediğini savunan tartışmaların, “geri dönülemez bir eşikte olmamız” ve “kontrolden çıkmış sera etkisi” temaları etrafında dönen ispatlanmamış ön kabullerden beslendiğini söylüyor.
Bilimsel kanıtlar bu sonucu desteklemiyor; ancak ünlü umutsuzluk tacirleri, “iklim kıyameti pornosu” ile genç iklim aktivistlerinin cesaretini kırmayı ve bir avuç akademisyene ”ilham” vermeyi başardı.
Mann, “Dünyanın sonunun geldiği ve umutsuzluğa mahkum olduğumuz düşüncesine prim vermek veya bir şeyler yapmak için çok geç olduğuna inanmak, gençlerin geleceğini ellerinden alıyor,” diyor. “Harekete geçme yetilerini bu yüzden kaybediyorlar.”
“Bizi engelleyen güçlerin” gençlerdeki coşkuyu nasıl bastırdığını ayrıntılarıyla anlatan The New Climate War (Yeni İklim Savaşı) adlı kitabı yakında çıkacak olan Mann, bütün bunlar olurken hükümetlerden tutun fosil yakıt paydaşlarına kadar birçok taraftan oluşan güçlü provokatörler, ekosisteminin felaket tellallığından yararlanarak genç ilerlemecilerde hayal kırıklığı yaratmak için yalan söylediğini, sayısız safsata yaydığını belirtiyor.
“İklim değişikliği konusunda şevkleri kırılan ve durumu düzeltmek için herhangi bir eyleme geçileceğinden umudu kesen bu gençler, iklim eylemlerini baltalamaya çalışan Rusya gibi kötü niyetli aktörlerin düzenlediği dezenformasyon kampanyasının kurbanı,” diyor. “Bunu, biraz da iklim hareketlerinin içine çomak sokarak başarıyorlar. Felaket tellallığı harika bir çomak görevi görüyor.”
Aktörler arasında daha masum taraflar da var -örneğin bu konu üzerine yazılmış eserlerden çıkarılabilecek distopik sonuçlar. Birkaç genç, iklim hakkındaki kötümser düşüncelerini The Divide adlı bir kitaba dayandırdıklarını belirtiyor. Ancak kitabın yazarı Jason Hickel, çalışmalarının aslında iklim değişikliğinin durdurulamaz olduğu düşüncesine karşı çıktığını söylüyor.
Kabullenme Değil Akıllıca Bir Mücadele
Ekonomi antropoloğu Hickel, “Mevcut durumda benimsenmiş iklim politikalarının işe yaramayacağı doğru,” diyor. “Ancak kıyametin geldiğini söylemek için hiçbir sebep yok. Bu durum, sadece problemle başa çıkış yöntemlerimizi seçerken daha akıllı davranmamız gerektiği anlamına geliyor.”
Re-Earth girişiminin eş kurucularından 18 yaşındaki Joseph Wilkanowski, Z jenerasyonunun teknolojiye daha önce hiç görülmediği kadar kolay bir şekilde ulaşabildiğini, bu yüzden dünyanın sonunun geldiğini öne süren makale ve sosyal medya sayfalarına daha çok maruz kaldığını söylüyor. Wilkanowski “İnsan genç yaşlardayken sürekli gördüğü şeyleri daha kolay benimsiyor ve kendini onlara kaptırıyor” diyor.
Dünyanın yok olacağını kabullenmektense bunu engellemek için harekete geçmeyi benimseyen Re-Earth girişimi, çevreci hareketleri teşvik etmeye çalışmanın zaman kaybından ibaret olduğunu savunan kaderci öğrencilerin tepkisini çekiyor.
Doğal Kaynakların Korunması Konseyi Fonu baş danışmanı Constible, “Bu gençler, siyasi iradenin eksik olduğu konusunda haklı; ancak siyasi irade zaten bizim kolektif olarak yaratmamız gereken bir şey” diyor. “Şimdiden pes etmek, yaşıtlarımıza ve gelecek kuşaklara çok daha vahim bir dünya bırakacağımız anlamına gelir. Böyle olmasına gerek yok.”
Z jenerasyonuna mensup birçok genç her şeye rağmen iklim krizinin önüne geçilebileceğine umutla bakıyor ve felaket tellallığını besleyen yanıltmacaları fark ediyor. Chicago’da okuyan 18 yaşındaki Valentina Doukeris, “Artık geri dönemeyeceğimiz bir noktadaysak zaten batacağız. Ancak o noktada olmadığımız halde böyle söylüyorsak o zaman gezegenimizi kurtarmak için çaba göstermemize değer.”
New York’da okuyan 20 yaşındaki Tim Joung ise, felaket tellallarının inandığı çoğu şeye (örneğin bireysel eylemlerin çok az bir fark yaratabildiği veya iklim değişikliğinden yozlaşmış şirketlerin hesap vermesi gerektiği) katılmakla birlikte çevreyi kirleten büyük şirketleri daha sıkı düzenlemelere tabi tutulmaya zorlayabileceğimizi düşünüyor.
Joung, “Eğer hiçbir şey yapmazsak olabilecek en kötü şeyler gerçekleşecek,” diyor. “Fakat eğer az da olsa harekete geçersek olabildiğince çok insanın hayatını kurtarmak adına bir şans elde edebiliriz -belki hemen şu an değil ama bir gün.”
Çevre kirliğinin yüksek seviyelerde olduğu Çin’de büyüyen, daha sonra Pomona Üniversitesi’ne başlayan Michael He, henüz on yaşındayken “zehirli su içip zehirli hava solumaya mahkum olduğunu” hissettiğini söylüyor. Ancak Çin ekonomisinin kömür dışındaki enerji kaynaklarına yönelip önemli bir ilerleme kaydettiğini gördüğünde önyargılarını sorgulamaya başladı.
“Önümüzde yapılacak çok şey var; ancak her şeye rağmen bazı insanların dediği gibi uygarlığın ve dünyanın sona ereceğine inanmıyorum,” diyor. “Eğer Titanik batıyorsa hiç çabalamadan okyanusa atlamak ve boğulmak istemiyorum. Ben de Leanardo DiCaprio gibi mücadele edeceğim.”
Çeviren: Bilge Çay
Kaynak: The Guardian