Yakın bir zamana kadar epistemoloji (bilgi felsefesi), bireyselci bir bakış açısıyla ele alınıyordu. Batı epistemolojisi, Decartes ve Locke gibi filozofların da öne sürdüğü gibi, bireylerin bilgiye kendi bilişsel yöntemleriyle ulaştığını ve bu süreçte etkileşime geçtikleri diğer insanlara ait fikirlerin benimsenen doğrular üzerinde herhangi bir etkisi olmadığını savunuyordu. Ancak 1980’lerden itibaren bu görüş, yerini sosyal epistemolojiye bıraktı. Buna göre dahil olduğumuz epistemik topluluklar ve bu toplulukların öne sürdüğü normlar; inançlarımızı nasıl kurduğumuzu, hangi kanıtlara dayandırdığımızı, neyi rasyonel veya irrasyonel olarak tanımladığımızı, hangi kaynaklara güvendiğimizi veya referans aldığımızı etkiliyor.
Özellikle internetin yaygınlaşması, sayısı ve bireyler üzerindeki hakimiyeti gittikçe artan farklı epistemik toplulukların varlığına işaret ediyor. Ancak bu toplulukların sağladığı bilgi akışında, muhtemelen sizin de fark ettiğiniz üzere, ters giden bir şeyler var – aşı karşıtı olan, iklim değişikliğini reddeden veya dünyanın düz olduğuna inanan bunca insanın motivasyonu ne? “Post-gerçeklik” ve “yalan haber” fenomenleri neden bu kadar gündemde? İnsanlar artık nesnel hakikatlere değer vermiyor mu? Veya entelektüel topluluklar aynı temel değerler üzerinde inşa edilmiyor mu? Utah Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan C. Thi Nguyen, Epistemic Bubbles and Echo Chambers adlı makalesinde bu sorulara cevap vermek için iki farklı sosyal yapıdan bahsetmemiz gerektiğini söylüyor: epistemik balonlar ve yankı odaları.
Hem epistemik balonlar hem de yankı odaları, bünyesine dahil olan insanların doğru bilgiye ulaşmasını engelleyen, belirli bilgi kaynaklarını dışarıda tutan ve ideolojik ayrımlara sebep olan problematik yapılar.
Ancak daha derine inmeden önce Nguyen’in altını çizdiği bir hususa değinmemiz gerek: son zamanlardaki tartışmalarda epistemik balon ve yankı odası kavramları birbirinin yerine kullanılsa da bu iki yapıyı birbirinden ayıran çizgiyi çizebilmek, bize olan biteni anlayabilmemiz için daha net bir perspektif sunuyor.
Epistemik Balonlar
Nguyen, epistemik balonları, belirli kaynakların dahil edilmeme suretiyle dışarıda bırakıldığı bilgi ağları olarak betimliyor. Burada bahsettiğimiz dahil edilmeme durumu her zaman kötü niyetin eseri değil – kendi sosyal seçimlerimizin ve üyesi olduğumuz toplulukların doğal bir sonucu olarak her zaman bütün bilgi kaynaklarına ulaşamayabiliriz; ne de olsa genellikle benzer politik görüşe sahip olan insanlarla etkileşime geçmeyi tercih ediyoruz. Üstelik erişebileceğimiz bilgi kaynakları bu kadar çokken içinde bulunduğumuz epistemik sistemi bir nevi filtrelemek, dikkatimizi daha güvenilir ve işe yarar kaynaklara vermemizi sağlıyor. Bu, sosyal ağlarda da benzer bir şekilde gerçekleşiyor: Facebook ve Twitter, beğendiğimiz gönderilerden elde ettiği algoritmaları kullanarak karşımıza hemfikir olduğumuz görüşleri savunan gönderileri çıkarıyor.
Sanal veya değil, bu sosyal ağları tek haber kaynağı olarak kullandığımız zaman epistemik bir filtreye maruz kalmış, karşıt görüşleri saf dışı etmiş ve bilgi sahibi olarak ördüğümüz öz güveni sağlıksız bir şekilde beslemiş oluyoruz.
Epistemik balonlar, aynı zamanda inşa ettiğimiz kapsamın eksik kalmasına sebep oluyor. Örneğin sosyal ağınız sadece sanat mecrasını kapsıyorsa ülkenizde gittikçe artan mülteci düşmanlığından habersiz kalırsınız. Kapsamın güvenilmezliği, inançlarınızı besleyen kanıtlara erişebilirliğinizi kısıtlıyor; ancak bu, bireylerin değil, sistemlerin ve ağların neden olduğu bir hata. Bunun iki sebebi var: ilki; sosyal bilimcilerin “seçici maruzluk” dediği bir fenomen. Facebook örneğinde olduğu gibi, maruz kaldığınız insanları belli sosyal kriterlere dayanarak seçiyor, arkadaş listenizi komik bulduğunuz veya hoşlandığınız insanlardan oluşturuyorsunuz. Ancak arkadaşlar, partilerde keyifli vakit geçirmenizi sağlasa da bir bilgi kaynağı olarak epey yetersiz kalıyor.
Bu yapıları kurarken sosyal amaçlar gözetiyoruz; fakat ardından bambaşka bir amaca yöneliyor ve kurduğumuz yapıları “bilgi toplamak” için kullanıyoruz.
İkinci sebep ise bilgi alanlarımızı değiştirme gücüne sahip üçüncü tarafların varlığı – örneğin devletin medya araçlarını kontrolü veya bu araçlara uyguladığı sansür. Bu dış faktörler arasında son zamanlarda büyük endişelere sebep olan online mecralardaki filtreleme algoritmaları. Örneğin arama motorları ve haber siteleri bu algoritmaları kullanarak karşınıza kişiselleştirilmiş sonuçlar çıkarıyor. Ancak asıl tehlikeli olan nokta kullanıcıların bunun farkında olmaması. Bu yüzden maruz kaldığımız bilgi kaynaklarını çoğu zaman objektif bir şekilde değerlendiremiyoruz.
Yankı Odaları
Bilgi ağlarının genişletilmesiyle epistemik balonları “patlatabilmek” mümkün olsa da yankı odalarından kaçabilmek o kadar kolay değil. Nguyen, yankı odalarının belirli bilgi kaynaklarını ötekileştirirken güven ve itimat manipülasyonu mekanizmasından yararlandığını belirtiyor.
Epistemik balonların içindeyken diğer kaynakları duymuyoruz; fakat yankı odaları bize bünyesine dahil etmediği bilgi kaynaklarına güvenmememiz gerektiği talimatını veriyor. Yankı odaları, ötekileştirdiği bütün epistemik kaynaklara mensup üyeleri sistematik bir şekilde dışlıyor ve itibarsızlaştırıyor.
Kathleen Hall Jamieson ve Joseph N. Capella, yankı odalarının tam da bu noktada bir tarikata benzediğini söylüyor. Tarikatlar kendi üyelerini tarikat içi bilgi paylaşımına mahkum ediyor ve dışarıda kalan hiçbir bilgi kaynağına güvenilmemesi gerektiğini tembihliyor; üyeler yüceltilirken dışarıda kalan insanlar “yalancı ve güvenilmez” olarak yaftalanıyor. Bu yüzden, dışarıdan edinilen bilgiler doğru olmadığı ön kabulüyle işleniyor. Örneğin Pizzagate olayını ele alalım. Reddit’teki sağcı grupların öne sürdüğü bu komplo teorisi, Comet Ping Pong adlı pizza restoranında çocuk kaçakçılığı yapıldığını, Hilary Clinton ve Barack Obama gibi siyasetçilerin bu olaya dahil olduğunu iddia ediyordu. Forum üyelerinden Edgar Welch, olayı araştırmak için restorana silahlı baskın yaptıktan sonra burada iddia edildiği gibi çocuk kölelerin olmadığını anlayınca polise teslim olmuştu. Ancak Reddit’teki komplo teorisyenleri, liberallerin ana akım medya üzerinde sahip olduğu gücü kullanarak bu olayı sahnelediğini, böylece sağ kanadın güvenilirliğini zedelemeye çalıştığını öne sürdü.
Yani var olan bir kanıt, yankı odasına hapsolmuş insanların fikrini değiştirebilmek için yeterli değil.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki yankı odalarının epistemik mekanizmaları problematik olsa da biricik değildir. Bu mekanizmalar, bireysel ve kurumsal güvenin getirdiği doğal ve gerekli sapmalara dayalıdır. Bireylere ve kurumlara güven duymak yanlış olmadığı gibi bir zorunluluktur da. Bilgi, birbirine bağımlı olan uzmanlık alanlarına ayrılır. Hiçbir insan, dünyada var olan bilgilere tek başına ulaşamaz. Philip Kitcher’ın “dolaylı kalibrasyon” dediği bir sisteme mahkumuz – örneğin makine mühendislerine güvenirsiniz, ancak bu konu özelinde sahip olduğunuz bir bilgi yoktur. Makine mühendisleri uygulamalı fizik uzmanlarına, uygulamalı fizik uzmanları ise teorik fizikçilere güvenmek zorundadır.
Herhangi bir şey öğrenirken, uzun bir bilgi zincirini takip ederiz. Ancak yankı odaları, bu zorunluluktan bir parazit gibi faydalanarak itibarsızlaştırdıkları bireylerin ve kurumların elinde barındırdığı bilgilerin gerçek epistemik değerini hiçe sayar.
Hakikat Sonrası
Birçok insan, 2016 yılında düzenlenen ABD seçimlerinden sonra “post-gerçeklik” dönemine girdiğimizi söylüyor. Bazı siyasi figürler, hakikatleri bariz bir şekilde göz ardı ederken bu figürlerin destekçileri savundukları hususlara karşı çıkan kanıtları hiçe sayıyor. Post-gerçeklik dönemini anlamaya çalışırken epistemik balonlar çoğunlukla yetersiz kalıyor; ancak yankı odaları neden ve nasıl bu noktaya geldiğimizi daha iyi açıklıyor.
Sağlıklı epistemik ağlar, karşıt argüman ve kanıt akışını sağlar; böylece bilgiyi öneren bütün grup ve bireyler sorgulanır.
Epistemik balonlarda hataları fark etmek daha zor olduğu için balonun içindeki bilgi kaynaklarına duyulan güven daha fazladır. Ancak yankı odalarının varlığında dışarıdaki tüm bilgi kaynakları saygınlığını yitirmiştir ve içeride oluşturulan güven sağlıksız bir seviyeye ulaşmıştır.
Örneğin iklim değişikliğine inanmayan insanları düşünün. Bilim dünyasının sunduğu bunca kanıta neden ve nasıl inanmıyor olabilirler? Kendi deneyimlerimizle elde etmediğimiz kanıtlara inanmak için bu bilgiyi edindiğimiz kaynaklara güvenmek zorundayız. “Nötr kanıt” dediğimiz pek çok şey aslında yukarıda da bahsettiğimiz gibi uzun bir güven zinciri gerektirir. Yankı odalarına hapsolmuş insanlar, bu zinciri kıracak şekilde şartlanıyorlar.
Amerikalı hukuk bilimci C. R. Sunstein, internet teknolojileri, kutuplaşma ve siyasi aşırıcılıklar arasındaki bağlantıyı inceleyen çalışmasında en büyük problemin, teknoloji ve Facebook gibi sanal ağlar yüzünden çoğunlukla benzer görüşlere sahip bilgi kaynaklarından beslenmemiz olduğunu öne sürmüştü. Önerdiği çözüm ise forum gibi yeni medya ortamları oluşturarak insanların karşıt görüşlere daha sık maruz kalmasını sağlamaktı. Yaratılan bu yeni sosyal ağlar devlet destekli olacak, gönüllü birey ve kurumlar bilgi akışını gerçekleştirecekti. Ancak Sunstein, bu çalışmasıyla sadece epistemik balonlara odaklanıyor ve güvenin sistemik bir şekilde kırıldığı yankı odalarını hesaba katmıyor.
Bir başka çalışmada, James Nelson ve James Webster, “filtre balonları” (epistemik balonlar için kullanılan bir başka kavram) ve “yankı odaları” kavramlarını birbiri yerine kullandığı gibi bu yapıların aslında var olmadığını öne sürdü. Sundukları kanıt ise hem liberallerin hem muhafazakarların aynı medya sitelerini ziyaret edip bu sitelerde aşağı yukarı aynı süre geçirmesiydi. Ne var ki tıpkı Sunstein’ın çalışması gibi bu çalışma da hedefi tutturamıyor – sundukları kanıt, sadece epistemik balonların varlığına karşı çıkan bir kanıt olabilir.
Yankı odaları, yetersiz bilgi ağları değildir; itibarsızlaştırmayı hedefleyen sistematik yapılardır. Bilgi akışının gayet kapsamlı olduğu durumlarda bile varlıklarını sürdürebilir. Hatta yankı odalarına mensup olanlar, dışarıdan gelen bilgiye ne kadar maruz kalırsa o kadar iyidir; böylece kendi “tarikatlarına” olan bağlılıklarını pekiştirebilirler.
Yankı odaları ve epistemik balonların aynı yapılar olduğunu iddia etmek veya bir diğerini kapsamamak, hem problemi teşhis ederken hem de bir çözüm üretirken doğru noktaları ıskalamamıza neden olacaktır.
Post-gerçeklik, insanların aslında rasyonel bilgiden veya kanıtlardan uzaklaşmasının değil, yankı odalarında maruz kaldıkları manipülasyonun sonucudur. Bu yüzden kanıtların varlığına veya yokluğuna odaklanmak yerine güven duyulan otoriteleri sorgulamamız gerek.
Yankı Odalarından Kaçış Var Mı?
İnsanlar her zaman araştırmayacak kadar tembel veya kötü niyetli oldukları için yankı odalarına hapsolmaz. Örneğin, bir yankı odasının içinde doğan ve büyüyen bir çocuğu düşünün. Ailesinin inançlarını destekleyen televizyon kanallarına veya haber sitelerine güvenmeyi öğrenmiş, diğer bilgi kaynaklarına itibar etmemeyi bellemiştir. Büyüdükçe ve farklı epistemik kaynaklar kullanarak araştırma yaptıkça, edindiği bilgileri çocukken attığı temeller üzerinde işleyecektir. Bu yüzden yankı odalarında bir nevi kapana kısılmış durumdadır. O halde buradan nasıl kaçabilir?
Bilgiye maruz kaldığımız sıra işte burada devreye giriyor. Bu çocuk, eğer ilk olarak yankı odalarında dayatılan öğretiler yerine sağlıklı bir epistemik sistemde paylaşılan bilgilere maruz kalsaydı, ileri yaşlarını yankı odalarına hapsolmuş bir biçimde geçirmeyecekti. Bu yüzden tek kaçış rotası, Descartes’ın da dediği gibi, tüm bilgi işleme süreçlerini baştan başlatmak.
Descartes, çocukluğunda edindiği çoğu inancın yanlış olduğunu fark etmişti. Ancak bu büyük bir problemdi; çünkü ilk inançları, inanç sisteminin tamamını enfekte etmişti. Böylece tek çözümün tüm inançlarından kurtulup en baştan bir inanç sistemi geliştirmek olduğunu öne sürdü.
Çağdaş filozoflar, Descartes’ın çözümünü benimsemiyor – bir hiç üzerinden başlayamayız; sıfır noktasında bile bir şeyler varsaymamız ve birilerine güvenmemiz gerek. Ancak yeniden başlayabilir, bilişsel ve sosyal olarak yeniden doğabilir, tüm taraflara eşit derecede güvenmeyi öğrenebiliriz. Bu yöntem zor gözükse de imkansız değil: Neo-nazi bir baba tarafından yetiştirilen ve Ku Klux Klan başkanının vaftiz oğlu olan Derek Black, ona öğretilen her şeyi geride bırakarak kendine yeni bir inanç sistemi kurdu. Çocukken kaçırdığı birçok şeye – pop kültürü, Arap edebiyatı, rap müzik – güvenmeyi öğrendi.
Peki yankı odalarına hapsolmuş insanları kurtarmak için elimizden gelen bir şey var mı? Onları “kanıt” bombardımanına tutmanın bir işe yaramayacağını biliyoruz. Bunun yerine sorunun köklerine inmeli ve itibarsızlaştırma sistemini hedef almalıyız.
Black, lisedeyken neo-Nazi medyasında kendi radyo programını yayınlıyordu. Üniversiteye başladığında hala fanatik bir neo-Nazi idi ve birçok insan ondan uzak duruyordu. Fakat Yahudi sınıf arkadaşı Matthew Stevenson, onu Şabat yemeklerine çağırmaya ve güvenini kazanmaya başladı. Bu durum, Black’in inanç sistemini sorgulamasına sebep oldu. Benzer bir şekilde homofobik yankı odalarından kaçabilen çoğu insanlar, bunu kişisel ilişkileri -çocukları, komşuları, yakın arkadaşları- sayesinde başardı. Bu ilişkilerin ortak noktası ise güven.
Peki güven neden bu kadar önemli? Yeni Zelandalı filozof Annette Baier, güvenin birleştirici olduğunu söylüyor. Yankı odaları güvensizlik üzerine kurulu; bu yüzden bu odalardaki insanlar ve dış dünya arasındaki güveni tekrar kurabilmek büyük önem taşıyor. Nguyen, oluşturduğu bu kaçış rotasının hiçbir şekilde sistematik olmadığını ve bizi her zaman başarıya ulaştıramayacağını söylüyor. Ancak nasıl güven kurabileceğimiz başka bir araştırmanın konusu.
Yazan: Bilge Çay
Kaynak: Escape the Eco Chamber – C Thi Nguyen