Alt Yazılı Diziler, Eurovision’ın Yerini Aldı
2000 yıl önce Cermanya’da yaşanan olayları konu alan “Barbarians” adlı Netflix dizisi, bazı modern stereotipleri ters yüz ediyor. Bu dizide eski Alman kabilelerinin çekici ve fevri üyeleri; Latince konuşan soğuk Romalıların hakimiyetindeki baskıcı bir devlete kafa tutuyor. Almanya’da çekilen Barbarians, gösterişli Amerikan dizilerinin alamet-i farikalarına (bolca serpiştirilmiş şiddet unsuru ve izleyicilerin bayıldığı cinsellik ögeleri) bolca yer verirken dizi Alman karakteristiğinden ödün vermiyor (bir bölümde bir karakter scheisse – dışkı- dolu bir hendekte yüzüyor). Batılı yapımlarda sıkça görülen temaları bir araya getiren bu dizi oldukça popüler: Ekim ayındaki bir pazar gününde sadece Almanya’da değil aynı zamanda Fransa, İtalya ve 14 farklı Avrupa ülkesinde en çok izlenen Netflix dizisi oldu.
Avrupalıların aynı saatlerde ekran karşısına geçmesi eskiden epey nadir görülen bir olaydı. Onları bir araya getiren program ya Eurovision Şarkı Yarışması ya da Şampiyonlar Ligi olurdu. Günümüzde ise Avrupa’da 58 milyon izleyiciye sahip Netflix gibi platformların yaygınlaşmasıyla bu olaya daha sık rastlanır oldu. Televizyon, çok uzun bir süre boyunca ulusal bir mevzu olarak görülüyordu. Yayıncılar ülke sınırlarına sıkı sıkıya bağlı kalır, Fransızlar için Fransız programlar, Danimarkalılar için Danimarkalı programlar yayınlardı. Ancak streaming platformları Avrupa kıtasına 27 ayrı pazar yerine tek bir büyük pazar olarak yaklaşıyor ve bütün ülkelerde aynı içeriği yayına sokuyor.
Avrupalıların birbirini öldürmesinin önüne geçmek için ulusal ekonomileri bir çatı altında toplama fikrini ortaya atan AB’nin kurucu babalarından Jean Monnet bir zamanlar şöyle demişti: “Eğer Avrupa’yı yeniden kurmam gerekseydi, işe kültürle başlardım.” Nitekim Monnet bunları dedikten yetmiş yıl sonra Avrupa’nın kültürel entegrasyonu gerçekleşmeye başladı.
İtalyan yazar Umberto Eco, Avrupa’nın dilinin çeviri olduğunu söylerken haklıydı. Netflix gibi büyük finansal kaynaklara sahip şirketler ise bu dili oldukça iyi konuşuyor. Tıpkı Rumen milletvekillerinin karmaşık yasalarını veya ateşli konuşmalarını Avrupa’da konuşulan 24 resmi dile çevirmek isteyen Avrupa Birliği gibi, Netflix gibi firmalar da küçük bir çevirmen ordusuna sahip. Netflix, 34 farklı dilde dublaj ve daha fazla dilde alt yazı seçeneği sunuyor. Öyle ki “Capitani” adında polisiye dizi, AB’nin tanımadığı bir dil olan ve sadece bir avuç insanın konuşabildiği Lüksemburgca dilinde yayınlanmasına rağmen Netflix’te İngilizce, Fransızca ve Portekizce dublaj seçeneği (veya Polonca alt yazı seçeneği) ile izlenebiliyor. Eskiden, en iyi Fransız dizileri bile yalnızca büyük bir başarıya ulaştığı durumlarda İngilizceye, belki de Almancaya tercüme edilirdi. Şimdi ise herhangi bir programın diğer dillere çevrilmesi piyasaya hakim olan norm haline geldi.
Küresel ve Yerel Dinamikler
Avrupa yapımları, ekonomi çerçevesinden bakıldığında da daha cazip. Amerikalı izleyici kitlesi, dublajlı veya alt yazılı programlar izlemek için daha önce hiç olmadığı kadar hevesli. Bu durum, Netflix’te yayınlanan Fransız suç dizisi “Lupin” gibi programların ulusal pazarlarda bir numara olabileceği anlamına geliyor. Ne de olsa, 20. yüzyılda Paris’te yaşayan kibar bir mücevher hırsızının hayatını detektif romanlarından yüksek bütçeli dizilere taşımak, eğer Fransa’nın ötesinde başarılı olma ihtimali varsa denemeye dener. 2015 yılında, Netflix’in orijinal içeriği %75 oranında Amerikan programlarından oluşuyordu. Medya analiz şirketi Ampere’e göre bu oran günümüzde yarıya inmiş durumda. Netflix, Avrupa’da yaklaşık 100 yapımın çekimlerine devam ediyor -bu sayı, Fransa ve Almanya’daki büyük kamu televizyonlarında yayınlanan dizilerin sayısından çok daha fazla.
Üstelik Avrupa’daki resmi makamlar, yatırımları teşvik etmek için büyük çaba sarf ediyor. Avrupalı film yapımcıları, kıtada en çok teşvik edilen sektörler sıralamasında çiftçilerle rekabet ediyor. Streaming şirketlerinin Avrupa’da faaliyet gösterebilmesi için içeriklerinin en az %30’unun AB yapımı programlardan oluşması ve bu programların tanıtımını yapmaları gerekiyor. 1990’larda Belçika’da çekilmiş pembe dizileri satın alıp dijital depolarında saklamak, şirketlerin Avrupa’da yayın yapabilmesi için yeterli değil. Fransa, büyük medya şirketlerini, elde ettikleri kazancı yerli yapımlara yatırmalarına zorluyor. Eğer Avrupalı devletler büyük Amerikan şirketlerini alt etmeye niyetliyse, paranın izlenmeye değer bir program için harcanması herkes için daha iyi olacaktır.
Ancak bütün yapımlar yabancı ülkelerde bu kadar başarılı olamıyor. Örneğin komedi programları, yapımcılarını kimi zamanlar hüsrana uğratıyor. Polisiyelerin veya açık göz Romalılar ve mağrur kabile üyeleri arasındaki çatışmaları konu alan dizilerin daha evrensel bir çekiciliği var. Bazı programlar diğerlerinden daha büyük bir başarı elde ediyor. Ancak sektörden bir yönetici, Barbarians istisna olmak üzere, tüm Alman yapımların ithal edilmek için üretilmediğini kibarca belirtiyor. Daha büyük bir sorun ise ulusal yayıncıların hala sektöre hakim olması. Netflix ve Disney+ gibi platformlar, uzun süredir varlık gösterdikleri pazarlarda bile insanların ekran karşısında geçirdiği saatin yaklaşık 1/3’üne ulaşabiliyor. Avrupa’daki nüfus yaşlanıyor. Sihirli kutuya bakmayı tercih eden büyüklerin sayısı, telefonlarıyla ilgilenen ergenlik çağındaki genç nüfusa göre daha fazla.
Tekinsiz Vadi
Brüksel’de ve diğer başkentlerde Netflix’in kültürel egemenliği bir tehdit olarak görülüyor. Amerikalıların ellerindeki ekmeği alacağını düşünen Avrupalı yöneticiler için parola “kültürel bağımsızlık”. Dürüst olmak gerekirse, Netflix içerikleri zaman zaman yerel nüanslardan arındırılmış, Atlantik ortasındaki tekinsiz bir vadiye sıkışıp kalmış gibi geliyor.
Tekinsiz vadi: İnsan benzeri kopyaların (robot, protez, kukla vb.) neredeyse (ancak tam olarak değil) gerçek bir insan gibi göründüğü zaman, bir kısım insan üzerinde tiksinti yarattığını söyleyen bir varsayım.
Pazar analizi yapan Enders’a göre Netflix’in orijinal yapımları, yerel piyasadaki rakipleri tarafından üretilen programlara göre daha az sayıda spesifik kültürel referansa yer veriyor. Şirketin benimsediği işe alma modeli eskiden oldukça yayılmacıydı – Los Angeles’ta yaşayan yöneticiler, Fransız izleyicilerin zevkine uygun fikirler üretiyordu. Netflix, günümüzde Avrupa’nın dört bir yanında ofis açtı; ancak büyük kararlar hala Amerikalı yöneticilerin insafına kalmış bir vaziyette. Bu durum Avrupalı siyasetçileri endişelendiriyor.
Ancak buna hiç gerek yok. İronik olan şu ki Avrupa’daki entegrasyona olanak sağlayan taraf genellikle Amerikalı şirketler. Google Translate sayesinde, Avrupa’da sadece İngilizce konuşabilen insanlar, kıtadaki diğer ülkelerin gazetelerini öyle ya da böyle anlayabiliyor. Amerikalı sosyal medya şirketleri, Avrupalıların ülke sınırları dışında olup biten siyasi olayları anlamalarına yardımcı oluyor. (Birbirleri hakkında ne dediklerini her zaman duymak istememeleri ise başka bir konu.) Artık Netflix ve diğer şirketler, kıtanın dört bir yanındaki izleyicilerin ayağına aynı içeriği getiriyor; bu sayede kültürü de sınırlar ötesine taşıyor. Eğer Avrupalılar aynı para birimini kullanıyor, ekonomik kriz zamanlarında birbirlerine yardım ediyor ve salgın esnasında aşıları paylaşıyorsa, o halde ortak bir noktaya sahip olmaları gerek – bu nokta aynı dizileri izlemek olsa bile. Ne de olsa kuzeyli ve güneyli Avrupalıların birbirilerini acımasızca eleştirmesini 2000 yıl öncesini anlatan bir kurguda izlemek, gerçekten bunu yaptıklarını görmekten çok daha iyi.
Çeviren: Bilge Çay
Kaynak: The Economist