Bir çok hayvana oranla doğada “hayatta kalabilme” konusunda oldukça zayıfız. Satın almadan önce günlerce araştırdığımız elektronik eşyalarımız, marketlerden hazır olarak satın aldığımız yiyeceklerimiz, hırsızlara karşı bizi koruyan alarmlarımız var. Kaybolduğumuzda bize yol gösterecek navigasyon cihazlarında, bizi en iyi otele ya da restoranta götürecek uygulamalara kadar her yönüyle oluşturduğumuz bir “güvenli bölge”de yaşıyoruz aslında. Çoğumuz belki de ıssız bir adada ya da vahşi bir ormanda çok zor günler geçirirdi. Ancak insanlar olarak doğanın her canlıya aynı koşulları sunduğu günlerde, yani elimizde bütün bunlar yokken de hayatta kaldık ve ”dünyanın hakimi” olduk. Geçmiş zamanlarda, yırtıcı hayvan saldırılarından ve doğanın öldürücü iklim dinamiklerinden korunmak için, Sahara ve Sibirya gibi zorlu bölgelerden geçerek, Alpler ve Himalayalar gibi dağlık alanları aşıp dünyayı dolaşmış, önce mağaralara, sonra da kendi inşa ettiği yerlere sığınmış insanın, bugün hayatta kalabilmek için aslında “hala” yeterli donanımı var.
Güç içimizde
Yazar Scott Carney, “What Doesn’t Kill Us” (Bizi Öldürmeyen Şey) isimli kitabında dondurucu su, aşırı yükseklik ve çevresel uyarılma gibi etkenlere maruz kalmanın kaybolan evrimsel gücümüzü yenileyeceğinden bahsediyordu. Geçtiğimiz aylarda Colorado Üniversitesi’ndeki TEDx konuşmasında bu fikirlerini seyircilere aktaran Carney sunumunda hepimizin içinde, zor hava şartlarına direnmek ya da yüksek dozda fiziksel strese katlanmak için yeterli gücün olduğunu ve bu süper güçlerin gerçek bir insanın gücünden ibaret olduğunu anlatıyor.
İşte insanların geliştirilebilir ve öğrenilebilir olan bazı süper güçleri:
Bilinçdışını kontrol etme
Carney, Hollandalı fitness gurusu Wim Hof’la çalışarak, olağanüstü koşullara direnmek için insan vücudunun gücüne ilişkin bir araştırma başlattı. Hof, solunum egzersizleri ve soğuğa maruz kalma yoluyla vücudunu eğitmenin, kendisine doğal yollarla ısınma, yüksek rakımlara daha hızlı adapte olma ve bağışıklık sistemini harekete geçirme ya da baskılama yeteneği kazandırdığını iddia ediyordu. Hof kendi yöntemi ile, karlı buzlu Kilimanjaro Dağı’na normalde yaklaşık bir hafta süren tırmanışı, sadece 28 saatte ve tırmanışın büyük kısmında tişört bile giymeden tamamlamayı başardı. Araştırmacılar, Hof yöntemini öğrenen kişilerin bağışıklık sistemi üzerinde sınırlı miktarda kontrole sahip olduğunu keşfettiler – ki bu daha önce imkansız olduğu düşünülen bir şeydi.
İrtifaya uyum sağlama
Deniz seviyesinden yukarıya çıktıkça havanın sıcaklığının ve nem oranının değişmesinin yanı sıra soluduğumuz havadaki oksijen miktarında da önemli değişiklikler olur. Yükseklere çıktıkça atmosferin basıncı azalır, içindeki oksijen molekülleri seyrekleşir. Mexico City, Cuzco, Peru gibi yüksek rakımlı bir yere uçtuğunuz ve herhangi bir tepeye doğru yürüdüğünüzde, bu irtifanın acımasız olabileceğini tahmin etmek zor değil. Yine de birkaç gün sonra işler daha kolay hale gelir. Vücudunuz bulunduğu ortama uyum sağlar, kanda oksijeni taşıyan alyuvar sayısı artar, oksijenin akciğerlerden kana, oradan da dokulara taşınması daha verimli hale gelir. Bu, etkisi aylarca sürecek olan ve dünyanın en yüksek rakımlı bölgelerinde bile yaşamanızı sağlayan değişikliklere neden olur. Sonuç olarak bu bölgelerde binlerce yıl yaşamış olan yerli halk da, havadan sağladığı oksijen miktarını önemli ölçüde azaltarak yaşadığı ortama bedensel olarak uyum sağlamayı başarmıştı.
Nefes kontrolü
İnsanlar yüzyıllardır dalış yapıyor. Eski Yunanlar deniz süngerleri, Japon ve Koreli kadınlarsa, kabuklu deniz hayvanları ve inciler için dalıyordu. Okyanus eskiden beri bir beslenmek için muazzam bir market olsa da, onu hep düşmanca bir yer olarak düşündük. Raimondo Bucher 1949’da 30 metre dalış yapmak için yola çıktığında, bilim adamları basıncın onu öldüreceğini düşündüler ancak Bucher, denizden canlı çıktı ve modern serbest dalış geleneğine başladı, ki bu dalış tipinin limitleri günümüzde artmaya devam ediyor. Araştırmacılar, dalış yaparken, neyin kalp atış hızının düşmesine ve oksijen tüketiminin yavaşlamasına neden olduğunu buldu. Son yıllarda, dalgıçlar insanlık sınırlarını zorlamaya devam ediyor. Artık, suyun 200 metre dibine kadar inebiliyor ve su altında 22 dakikadan fazla nefes almadan kalabiliyorlar.
Vücut ısısını ayarlama
Hof, insanın donmaya direnebileceğini gösteren tek kişi değil. Uzun mesafe yüzücü Lewis Pugh, Arctic and Antarctic’ te km yüzüşü yaptığında araştırmacılar, Lewis Pugh’un suyun içine girmeden önce vücudunun sıcaklığının 1,2 derece yükseldiğini söylüyor. Bunu, donma riskine karşı vücudunu hazırlamak için yaptığı görüşündeler.
Uzun mesafe koşma
Gezegendeki hemen her canlıyı açık ara alt edebileceğimiz bir yarış: Uzun mesafe koşusu. İnsanlar, diğer canlı türlerine göre çok daha uzun mesafeler (yaklaşık 30 km boyunca) hızlarını koruyabilirler. Koşmayı sürdürürken vücut ısımızı düşük tutabiliyoruz. Uzun mesafe koşuda en büyük rakibimiz ise atlar. Galler’de (35 km) ve Arizona, Prescott’da (80 km) yapılan yarışlarda insanların atlara karşı üstünlük sağladığı bile oluyor. Ultra maraton koşusucu Dean Karnazes ise, bir seferinde 50 gün içinde 50 maraton koşmuş ve yapılan kontrollerde de sağlığının yerinde olduğu tespit edilmiştir.
Ses dalgası yayma
Yunus ve yarasalar, yönlerini bulmak için “sonar” denilen bir ses dalgası kullanır. Çıkardıkları bu ses dalgaları, nesnelere çarpıp geri döner ve bu da etraflarındaki cisimleri fark edip yönlerini buna göre belirlemelerini sağlar. Ancak bu yetiye sahip olanlar, sadece onlar değil. Daniel Kish isimli görme engelli bir adam da klik sesi çıkararak doğada bisiklete binebildiğini iddia etmişti. Araştırmacılar daha sonra, konuyla ilgili bir araştırma yaptı ve bunun sadece Kish’e özgü bir yetenek olmadığını, genel olarak tüm insanların birkaç haftalık eğitimle bu sesleri çıkartarak, ses dalgaları vasıtasıyla karanlıkta “görebildiklerini” keşfetti.
Yön bulma
Navigasyon cihazının icadından bu yana, yer-yön duyularımızı çalıştırmaya pek de ihtiyaç duymuyoruz. Carney, kitabında tarih boyunca kaşiflerin “mekan” ve “yön” algılarını kapsamlı bir şekilde kullandıklarından bahsediyor ve Yeni Zellanda’nın etrafında gece vakti yola çıkan Kaptan Cook’a ve ona eşlik eden Tahitili kabile lideri Tupaia’nın hiçbir şeyin yardımı olmaksızın yönlerini doğru tayin etmelerinden bahsediyor. Araştırmalar gösteriyor ki, sadece Tahitili kabile şefi değil, aslında hepimizin “içsel haritalarımızı” kullanabilmemizi sağlayan doğal yetenekleri var. Belki de sadece onları kullanmayı bıraktık. Sonuç olarak bu yeteneklerin birçoğu geliştirilebilir ancak dikkatli olmak gerekir. Gözetimsiz bir şekilde içimizdeki süper güçleri sergilemeye çalışmak ve kendi sınırlarımızı zorlamak tehlikeli olabilir.
Kaynak: Insider