Sınavlardan söz etmek otomatik olarak stres duygusunu da beraberinde getirir. Bildiğimiz üzere stres, yetişkinlerin fiziksel ve zihinsel sağlıklarını ciddi şekilde etkiler – ki çocuklar üzerindeki etkisinden bahsetmiyoruz bile. Önceliğimiz öğrencilerimizin iyiliği ve sağlığı mı, yoksa akademik başarıları mı? Kişisel bakımı, sevgi bağlarını ve sağlıklı bir bedeni geri plana mı atıyoruz?
Öğrencilere, her şeyden önce kendilerine ve birbirlerine nasıl sahip çıkacaklarını gösteren bir ortam yaratıyor muyuz? İyilikleri ve sağlıkları dikkate alınmaksızın, öğrenciler hayattaki potansiyellerinin çok altında çalışmak zorunda kalıyor.
Sağlıklı, dinlenmiş ve bakımlı bir vücut; öz saygıyı, hayat enerjisini ve hatta zihin açıklığını önemli ölçüde artırır.
Öğrenilen bilgiyi ölçme açısından hem öğretmenler hem de öğrenciler için yardımcı bir yol olan sınavlar, günümüzde öğrencileri ve okulları birbirleriyle karşı karşıya getiren manik, rekabetçi bir yarış olarak görülüyor. Bu görüş, beraberinde pek çok mağdur öğrenci getiriyor.
Öğrencilerin yakınmaları ise genel olarak şöyle:
“Başarısız olursam işe yaramaz biri olurum.”
“Beklentileri karşılamazsam kimse beni sevmeyecek.”
“Hayatta başarılı olmak için en yüksek puanı almak zorundayım.”
“Beceremezsem sevilmeyeceğim ya da istenmeyeceğim.”
Bu gibi düşünceler öğrencilerin başarıyı; öğretmenlerini ve ailelerini memnun etmeye çalışmak ya da toplum ve akranları tarafından iyi görünmeye çabalamak olarak görmelerine neden olan bir düşünce yapısını doğuruyor. Ömür boyu baskı ve strese yol açan bir zihniyet oluşuyor.
Çalışma, ‘kendini kanıtlama’ baskısı ve stresi; sinir sistemine aşırı yüklenme, böbrek üstü bezlerinde tükenme ve nihayetinde depresyon ve kendine zarar verme gibi sonuçlar doğuruyor. İngiltere’de 2004 yılında yalnızca hastaneler, derslerle boğuşan son sınıf öğrencilerine 140,000 antidepresan verdi.
Gençlerin, sadece sonuç odaklı çalışan günümüzün eğitim sistemlerinin dayanılmaz baskısının bir sonucu olarak intihar etmesi, dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede ciddi bir sorun haline gelmiştir.
Avustralya’da çocukların ve gençlerin haklarını gözeten bir kuruluşta görev alan Gillian Calvert, gençlerde görülen sınav stresi kaynaklı intiharların oranlarıyla ilgili açıklayıcı raporunda şu ifadelere yer veriyor:
İntihar eden gençlerin oluşturduğu bu grupta, kendilerine yüksek standartlar belirleyen ve aşırı derecede sıkı çalışan öğrenciler yer alıyordu. Ölümlerine kadar uzanan bu süreç, genel anlamda başarısızlık korkusuyla birleşen başarılı olmak için ezici bir baskı hissiyle tanımlandı.
Mükemmellik üzerine yapılan bu baskı ve zorlama, okulların sınav yılı olarak bilinen son senesinde gerçekleşen öğrenci intiharlarının ana sebebi olarak gösterildi. Başarıya dair konan bu katı kriterler tamamen özneldir ve bir başkasının mükemmellik anlayışına bağlı olan bir öz değerlendirme ölçütüne yol açar.
Acı Çekmeye ve Hatta İntihara Yol Açan Bu Düşünce Yapısı Nasıl Hala Geçerliliğini Koruyabiliyor?
Hayata gözlerimizi açtığımızda biz yalnızca biziz, olduğumuz kişiyiz. Büyüdükçe ‘değerli bir insan’ olabilmek için zorlanmayı, çabalamayı ve debelenmeyi öğreniyoruz, böylece kendimizi iyi hissedebileceğimizi, övgü ve kabul görebileceğimizi düşünüyoruz. ‘Daha iyi olma’ ve ‘yeterince iyi olma’ arzusuyla kendimizi bir çaba ve zorlamanın içine sokuyoruz ve bu da hayatımıza stres ve baskıyı getiriyor.
Yaptığımız şeyin asla yeterince iyi olmadığını düşünerek, hedeflerimizi sürekli olarak değiştiriyor, kendi değerimizi baltalıyor ve halihazırda sahip olduğumuz muazzam varlığımızı göz ardı ediyoruz.
Günümüzde toplumumuz ve eğitim sistemlerimiz bu çaba dolu yaşamı destekler nitelikte. Bu zorlu, durmaksızın çalışma gerektiren hayat tarzı, var olmanın normal ve gerekli bir yolu haline geldi. “Kendini zorla ve başar” yaklaşımı pek çok kişi için kabul edilebilir bir düşünce haline geldi.
Peki Tüm Bunların Amacı Ne?
- Toplumsal olarak, temel ilkeleri hayal ve hedeflerimize ulaşmak için zorlanmayı dayatıp stres ve baskıya yol açan bir eğitim sistemini sorgusuz sualsiz kabul mu ediyoruz?
- Biz öğretmenler, öğrenciler ve aileler, bir yere kadar bu yaklaşıma – fiziksel olarak bedenimizin iyiliğini ve sağlığını bozmakla kalmayıp aynı zamanda olduğumuz kişiye de zarar veren bu yaklaşıma – “evet” mi diyoruz ? Bu ne kadar akıllıca bir davranış?
- İçinde yaşadığımız ve olmadan hayatta kalamayacağımız bu mutlak bedenin kuyusunu kazmak akıllıca mı?
Öğrenciler, sınav stresi ve akademik başarı kaygısının altında ezilmeye devam ettikçe, bu durumun onların iyiliği ve sağlığı üzerindeki yıkıcı etkisini daha fazla görmezden gelemeyiz.
Bizi stres ve hastalığın perişan dünyasına sürüklemeyen, tam tersine akıl, beden ve tüm diğer şeylerle sevgi ve şefkat dolu gerçek bir bağa dayanan, gerçekten mantıklı bir eğitim sistemi hayal edin.
Bu gerçekten geliştirilmeye değer bir nitelikte bir eğitim olurdu.
Hayatı önce insana, duygusal ve sezgisel varlıklar olduğumuz gerçeğine göre tasarlayın, ancak ve ancak bundan sonra sistem, içindeki bireylere saldırmaksızın işleyecektir.
Serge Benhayon, İnsanlığa Yazılmış Açık Bir Mektup
İlginizi çekebilir: Acımasız rekabetin ve performans kaygısının ‘kültür’ün bir parçası haline geldiği üniversitede, öğrencileri daha mutlu bir yaşama sevk etmeyi hedefleyen ‘’Psikoloji ve İyi Yaşam’’ dersi yoğun ilgi gördü.
Kaynak: UnimedLiving