Bu yazı The School of Life Istanbul blogundan alınmıştır.
1650’lerin sonunda Hollandalı sanatçı Johannes Vermeer, Küçük Sokak (The Little Street) isimli tabloyu yaptı. Bunu yapmak, bugün bile değerlerimize meydan okuyan etkisiyle sessiz ama anıtsal ve devrim niteliğinde bir hareketti.
Kazansana
Görünürde Vermeer’in memleketi Delft’teki sıradan bir sokaktan daha etkileyici bir şey göstermiyordu. Birisi dikiş dikiyor, sundurmada çocuklar oynuyor, bir kadın avluda bir şeylerle meşgul oluyordu. Dünyadaki en harika tablolardan biridir.
Bu zamana kadar, en saygın kültürel eserler aristokratik, askeri ve dini hayatların, yani sıra dışı anlar ve avantajlarla dolu hayatların erdemlerini ve değerlerini vurgulamıştı. Büyük epik şairler Homeros ve Virgil kahraman savaşçılar hakkında yazmışlardı; Rönesans sanatçıları azizlerin ve meleklerin muhteşem görüntülerini üretmişlerdi.
Kralların, kraliçelerin ve aristokratların rutinleri sürekli olarak kutlanıyordu ve en saygın tuallerde başkalarının hayranlığına sunuluyordu.
Fakat Johannes Vermeer tam tersi yöne gitti. Bize çok daha farklı bazı türde aktivitelerde, evi düzenli tutmada, avluyu süpürmede, bebek bakmada, dikiş dikmede ya da – bir mutfak hizmetçisini resmettiği aynı derecede kayda değer tablosunda olduğu gibi – öğle yemeği hazırlamada çekici ve onurlandırıcı olabilecek şeyleri göstermek istedi.
Daha genç birkaç Hollandalı çağdaşı da Vermeer’in sessiz devrimine katıldılar.
Onlardan biri, Pieter de Hooch, günün belirli hiçbir şeyin olmadığı neredeyse rastgele anlarına odaklandı: belki bir torba sebzeyle alışverişten döndükten sonra evde geçen rutin bir öğle vakti. Belki biraz sonra insanlar çamaşırları asıyor olacaklar. Birisi arka kapının olduğu yere bir çardak çatmış; hafta sonu biraz tamirle iş görebilir.
De Hooch, insanlık tarihinde bir dolabı düzenlemenin cazibesine dikkat çeken ilk sanatçıydı. Hali vakti yerinde bir tüccarın evini betimleyen bir tek tablo yaptı ama onu asıl ilgilendirenler çamaşır sepeti ve ev sahibi ile yardımcısının havluları ve çarşafları nasıl katlayıp kaldırdıklarıydı. Doğru anlaşıldığında, de Hooch’un da bize söylüyor göründüğü kadarıyla, bu, hayatın anlamıdır.
Vermeer’i izleyenlerden bir diğeri, Caspar Nerscher, genellikle daha sıkıcı ve aşağı görülen işleri yapan insanlara hayranlık duydu: maharet gerektiren ve pek de iyi bir ücreti olmayan dantel yapma işi gibi. Netscher insanların kazançlarını kendisi değiştiremezdi ama mütevazı bir ücretle geçinenlerle ilgili hislerimizi değiştirmekte kararlıydı.
Bu sanatçılar ünlü olsalar da, eserleri en büyük galerileri süslese ve bir müzayedeye çıktıklarında muazzam fiyatlar alsalar da deneme niteliğindeki devrimleri henüz bütünüyle başarılı olamadı.
Bugün, epik, aristokratik ya da ilahi sanatın modern versiyonları olan reklamlar ve filmler bize sürekli olarak spor arabalar, tropikal ada tatilleri, şöhret, birinci sınıf uçuş ve pahalı kireçtaşından mutfaklar gibi şeylerin cazibesini açıklıyorlar. Fakat bunun birikmiş etkisi, bize iyi bir hayatın neredeyse hiç kimsenin karşılayamayacağı unsurlar etrafında kurulduğu fikrini aşılamaktır. Çok kolaylıkla vardığımız sonuç ise hayatlarımızın değersize yakın olduğudur.
Vermeer, kendi payına, sıradan hayatın kendince kahramanca olduğunda çünkü sıradanlığı kuşatan şeylerin yönetilmesinin hiç de kolay olmadığında ısrar ediyordu. Bir çocuğu makul ölçüde bağımsız ve dengeli yetiştirmekte, çok fazla zorluğun olduğu alanlara rağmen bir partnerle yıllar boyu yeterince iyi bir ilişkiyi sürdürebilmekte, bir evi makul bir düzende tutmakta, erken yatmakta, çok heyecan verici olmayan ya da iyi ücretlendirilmeyen bir işi sorumluluk duygusuyla ve neşeyle yerine getirmekte, bir başka kişiyi düzgünce dinlemek ve genel olarak, hayatta olmanın taşıdığı özverilerde ve paradokslarda deliliğe ya da hiddete yenik düşmemekte bir beceri ve hakiki bir asalet vardır.
Vermeer sıradan olan her şeyin değişmez biçimde etkileyici olduğunu iddia etmiyordu. Yalnızca bizi zarafetle, çok sık görmezden geldiğimiz ve hem sıradan hem de iyi olan bir sürü şey olduğu fikrine yöneltiyordu. Sıra dışı bir yetenekle, Vermeer, daha soylu biçimlerde yaşıyor olmamız gerektiğini hayal etmek için var olan büyük baskıların karşısında tutunmaya cüret etmemiz gereken bir fikre bizi ikna ediyordu: önyargısızca ve kendimizden nefret etmeden görmeyi öğrendiğimizde, hayatlarımızda hâlihazırda takdir edilecek ve saygı gösterilecek pek çok şey olduğu fikrine.
Kaynak: The School of Life Istanbul