Ölümsüzlük Tahayyülü
Kotler’e göre evrimin temel itici gücü ölüm. Genlerimizi bir sonraki nesle aktarmamıza yetecek kadar uzun süreler koruyabilmek için çevremize fiziksel olarak uyum sağlıyoruz. Ölümsüzlük sadece fiziksel devamlılığa ilişkin kaideleri değil, insanlık kültürünü de meçhul bir yere fırlatacak.
Sonsuza dek var olmanın mümkün olduğu bir dünyada, insan davranışına ahlaki anlamda rehberlik etme iddiası olan dinler, doğal ölümümüzü takiben olacaklara ilişkin neleri öne sürecek?
Kotler’ın konuya ilişkin açıklamaları şöyle:
Ölümsüzlük olasılığı ile ahlak kavramı da radikal bir biçimde değişmeye başlayacaktır. Her birimiz ölmek üzere evrimleştik. Bu gezegenin tarihi boyunca yaşamın bir sonu olmuştur. Size sonsuza dek yaşasaydınız nasıl davranacağınızı gösteren hiçbir şey yok. Kişiliği bir bilgisayara aktarıp saklayabilseydiniz kuracağınız toplumun nasıl bir toplum olacağını gösteren hiçbir şey yok. ‘’Yaptığım bu: Kişiliği bir bilgisayarda depoluyor ve onu bir başka bedene kuruyorum.’’ Bunu söyleyen kimse yok. Bunlar devasa, uçsuz bucaksız ve tuhaf meseleler, doğru. Bugün olduğumuz noktadan baktığımızda bütün bunlar tamamen bilim kurgu gibi görünüyor ancak 25 yılı aşkın süredir, 20. yüzyılın pek çok bilim kurgu öğesinin, 21. yüzyılın bilimsel gerçeklerine dönüşüne tanıklık ediyoruz. Bu yüzyılın bilim kurgusal fikirlerinden biri olan ‘bilinç aktarımı’ da yüksek ihtimalle 22. yüzyılda bizlerle olacak. Yani bu zorlu soruları çözmek için önümüzde 50 ya da 70 yıl gibi bir süre var.
Bilinci aktarma fikri, basitçe ‘kendimizi’ silikon bir malzeme içerisinde depolamak olarak açıklanabilir. Bu yöntemle, kişiliğimizi, beynimizi ve kısmen bilincimizi bilgisayarlara yükleyebiliyoruz ve sonsuza dek orada kalabiliyorlar. İnsanlar -ve hatta özel olarak British Telecom üzerinde çalışıyor olsa bile, bunun çok ileri bir teknoloji olduğu (yakın vadede uygulanabilir olmadığı) su götürmez bir gerçek. Ray Kurzweil, bu teknolojiye ilişkin zorlu soruları 2045 civarı çözmek zorunda kalacağımızı söyledi. Ben bu tahmini fazla coşkun (gerçekdışı) buluyorum . Öyle ya da böyle, burada önemli olan şu: Bu teknoloji muhtemelen bu yüzyıl içinde gerçek olacak. Bu noktada durmak ve büyük dinlerin ‘ölümden sonra yaşam’ kavramlarına buradan bakmak zorunda kalacaksınız. Bundan sonra ahlaka ve kişiliğe yön veren ne olacak? Teknolojik ölümsüzlüğün dini ahlakı nasıl etkileyeceği en büyük metafiziksel sorulardan biri.
Richard K. Morgan, harika bilim kurgu eserlerinde, bilincin bilgisayarlara aktarılabildiği ve bedenlerin kolaylıkla gözden çıkarılabildiği bir dünyanın askerler, ordular ve benzeri şeyler için ne anlama geldiğini tasvir eder. Einstein, Beethoven ya da Richard Feyman’ın zihnini inceleyebilmek -bir anlamda zihinlerinin içine girebilmek- gibi eğitim odaklı hedeflerle yola çıkılmış olsa bile olsa bu fikir, bir yanıyla son derece tehlikeli bir cyber punk zaafı da çağrıştırıyor. Ben bu durumu televizyonun icadına benzetiyorum. Televizyon ilk olarak yalnızca eğitim amaçlı üretildi -mucidine televizyonun neye yarayacağını sorsaydınız alacağınız tek yanıt bu olurdu: Eğitim tabii ki… Ancak 50 yıl sonra bu amaçtan pek eser kalmamıştı, üstelik beraberinde birçok saçmalık da hayatımıza girmiş oldu. Bana kalırsa bilinç aktarma teknolojisiyle ilgili de benzer şeyleri yaşayabiliriz.
Bilinci silikon içerisinde depolayabiliyor ve başka bir bedene yükleyebiliyor olmanın farkı ise ’’ölümsüzlük’’ olasılığına yaklaşmış olmanın bile, ‘insan olma’ kavramına yönelik temel tüm tanımları alt üst etmesi olacaktır. Temel seviyeden kastım ise evrimsel süreçleri oyuncağımız yapmaya başlayacak olmamız. Bu, müdahale etmemiz durumunda neler olacağını daha önce hiç görmediğimiz bir süreç çünkü daha önce hiç böyle bir şey yapmadık.
Kaynak: BigThink